Yapacağın tek bir iyiliğin dünyanın düzenini , yönünü değiştireceğinden emin olsaydın , nasıl davranırdın ?
29 Eylül 2018 Cumartesi
" ACININ TADI "
29.09.2018 İSTANBUL
ŞARA ASLIHAN ARŞ
" ACININ TADI "
Acı ...
Kalbe indiği de olur acının ...
Beyne indiği de ...
Hangisinin daha ağır olduğu muamma ...
Tadı da var acının ...
Hem acı ...
Hem tatlı ...
Temelinde yalnız kendini barındırır acı ...
Her acı öğretir ...
Yol ayrımlarındaki yön levhalarıdır acı ...
Ağlarken güldürür ...
Güldürürken ağlatır ...
Acı ...
Her insanın acısını yaşama stili farklılık gösterir ...
Kimi gözlerinin içine bakıp "TEŞEKKÜR EDER" O 'na ...
Kimi kaçar ...
Kimi aslında yokmuş gibi davranır ama canı cehennem ateşindedir ...
En soylu olanı ; onu samimice kabullenip hücrelerine kadar
yaşamaktır...
Her acının tadı vardır kişinin yaşamına akan ...
Kimi zaman acı ...
Kimi zaman tatlı ...
...EYLÜL 2018...
...ŞARA...
" HAYATININ SAHİBİ MİSİN ? "
28.09.2018 İSTANBUL
ŞARA ASLIHAN ARŞ
" HAYATININ SAHİBİ MİSİN ? "
Senin mi gerçekten hayatın ?
Yaşıyor musun mesela ?
Mecburiyetlerin mi daha çok ? Keyfiyetlerin mi ?
Tutmak istemediğin eller tutuyor musun mesela ?
Senin oluyor mu o zaman hayatın ?
Yanında olmak istemediğin ama olduğun insanlar var mı ?
Hayatının sahibi olduğunun en büyük göstergesi ;
yapmak istediklerini yapıyor olman değil , yapmak istemediklerini
yapmıyor olmandır ...
Düşünsene bir ...
Senin mi gerçekten hayatın ? ...
...EYLÜL 2018...
...ŞARA...
27 Eylül 2018 Perşembe
" GÖRÜNMEZ İPLER " ...
27.09.2018 İSTANBUL
ŞARA ASLIHAN ARŞ
" ANLAMALI İNSAN "
Anlamalı insan ...
Herkesin görünmez iplerle birbirine bağlı olduğunu ...
Birine gülümseyerek söylediğin bir yalanı ; bir başkasının da
yine gülümseyerek mutlaka sana söyleyeceğini ...
Birine yaptığın kötülüğü , haksızlığı ya da hukuksuzluğu ; Allah 'ın
bunu yapanın ayaklarına getireceğini ...
Anlamalı ...
Eğer bir zayıfı ötelersen ; senden güçlü başka birininde seni
öteleyeceğini ...
Birinin kuyusunu kazıyorsan : kazmayı elinden bırakmadan ,
Yüce Allah ' ın sana çukurlar getireceğini ...
Kibrin varsa , koca koca tepelerden bakıyorsan insanlara ; mutlaka
Allah , senin baktığın tepelerden daha yüksek tepelere çıkmış
gözleri gönderir üzerine ...
Anlamalı İnsan ...
Herkesin ve her şeyin görünmez iplerle birbirine bağlı olduğunu ...
Sırf canı öyle istedi diye bir kediye attığı tekmenin bile farklı bir
formunun mutlaka kendi ayaklarına dolanacağını ...
Anlamalı İnsan ...
Dalından kopardığı bir yaprağın ...
Bir çiçeğin bile " SORUMLULUĞU " olduğunu ...
Anlamalı insan ...
...EYLÜL 2018...
...ŞARA...
26 Eylül 2018 Çarşamba
" AKİLAH "
26.09.2018 İSTANBUL
ŞARA ASLIHAN ARŞ
" AKİLAH "
Fi , pi , çi ' yi su içmeden okumuştum ...
Aeden başka bir bilinç düzeyine açılan bir kapı ...
Dünyayı Akilah bilincinde , sorumluluğunda , sevgisinde insanlar yönetse
nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk düşüncesi bile çok çok güzel...
Akilah , kattıklarına minnettarım ...
Kitap okumaya vaktim yok diyenler için tadımlık Akilah tadında iki
röportajına yer vermek istedim ...
İlki Hürriyetten Ayşe Arman ikincisi Intown dergisi ile.
...
YAŞAMAK İSTİYORSAN YAŞAT
Başka bir şey Azra
Kohen...
Başka bir enerji...
Başka bir kafa...
Başka bir bakış açısı...
İleri, çok ileri...
Bilgili, donanımlı, hızlı, zeki...
Fişek gibi bir kadın...
Resmen nehirler gibi akıyor, çağlıyor...
Ağzınız açık kalıyor!
O bilgi âşığı bir öğrenci, o bir modern zaman filozofu...
Bu, benim onunla ikinci röportajım.
‘Fi’, ‘Çi’, ‘Pi’ çıktığında da sohbet etmiştik.
O zaman da zekâsından ve birikiminden çok etkilenmiştim, şimdi de
etkilendim.
Kendini yazar olarak tanımlamıyor ama hayatında yazdığı ilk üç
kitapla Forbes ve D&R’a göre Türkiye’de 2015’in en çok satan yazarı oldu.
O ise “Çok okunmam değil, anlaşılmam önemli” diyor.
Gezegene katkı sağlamak için yazdığını söylüyor.
Yeni kitabı ‘Aeden-Bir Dünya Hikâyesi’ de yeni çıktı. Bu kimselere
benzemeyen kadın, katman katman açılan bir kitap yazmış. Hikâye, çok renkli
fantastik bir dünyada başlıyor, günümüze uzanıyor. Azra Kohen fena halde
yaşadığımız zamanlara ayna tutuyor...
Okuyun, pişman olmayacaksınız...
Ve Azra Kohen karşımda... Sen, kimselere
benzemeyen bir yazarsın... Yazar ya da edebiyatçı olmak için yola çıkmadığını
söylemiştin önceki röportajımızda ama Forbes’e ve D&R’a göre 2015’de en çok
satan kitap seninki olmuş. Üstelik Türkiye’de basılan tüm kitaplar arasında...
Ne hissettin?
-Sorumluluktan
kaynaklanan tedirginliğin huzuruyla harmanlandım desem...
Peki nasıl açıklıyorsun bu durumu? Hem
yazar olmak isteme, hem de ortalığı toz duman et!
-Estağfurullah!
İhtiyaç... Bir ihtiyaca cevap vermekten daha doğal ve kolay bir şey yok
aslında. Okullara gittiğimde genç insanlara hep, “Mızmızlanmayı bırakın ve
eksikliğini çektiğiniz şeye dönüşün!” diyorum. Sanırım, kitap yazmak benim
eksikliğini çektiğim şeyin bir parçası olma çabam. Edebiyat ödülleri
beklemiyorum, hayata katkısı olsun yeter!
BİLMEK VE ANLAMAK ZORUNDAYIZ
Neden bu kadar çok okunuyorsun? Sence bir
‘ihtiyaca’ karşılık veriyor olman mı durumu açıklayan?
-İnsanlar
bilgilenmek istiyorlar, öğrenmeye açıklar ama bilgi edinmek okul yıllarından
itibaren keyif veren bir ritüel olmaktan çıkarılıp öylesine eziyetli bir
işkenceye dönüştürülmüş ki, ‘eğitim travması’ olan varlıklar haline gelmişiz.
Ben de o yüzden, bilinmesinin fark yaratacağı, otoriteler tarafından
onaylandığına emin olduğum bir sürü bilgiye hizmet edecek hikâyeler,
karakterler yazıyorum...
Amacın yaşadığın gezegene katkı sağlamak!
Bunun için mi yazıyorsun?
-Bilmek
ve anlamak zorundayız. Dünya, ortasında bir çekirdeği bulunan, çekirdeğin
etrafı suyun dördüncü formu olan hydroxyl ile çevrelenmiş, elmas gibi dayanıklı
termal iletkenlerle bezenmiş dev bir mekanizmaya sahip, canlı bir hücre! İnsan,
anlamadığı şeyi koruyamaz. Bize hayat veren bu gezegeni önce anlamakla başlıyor
her şey. Buna aracı olabilirsem ne âlâ! Belki de Yaradan bizi buraya, bu
gezegeni yok etmeyecek zekâda olup olmadığımızı test etmek için koydu. Ancak
yaşatıyorsan yaşıyorsun belki de...
Derdin okunmak değil, anlaşılmak mı?
-Kesinlikle!
Peki yazdığın türün adı ne? Seni, bir
kalifikasyona sokamıyorum ben... Ama yazdıklarını, kafanın çalışma biçimini,
bana düşündürdüklerini çok çok beğeniyorum. Hadi söyle, sen, büyücü müsün,
kimsin, nesin? Bu kitapları niye yazıyorsun?
-Çok
sevindim zihnine girebilmiş olmama! Çok sıradan biriyim. Öğretmen olmak isteyen
bir öğrenciyim. Ama yanlış anlaşılmasın, öğretmen falan olmuş da değilim. Dört
kitap yazdın diye bir şey olmuyorsun. İnsanlık için çalışan gerçek bilim
adamlarının, mühedislerin, Leonardo da Vinci gibi gerçek sanatçıların yanında
kim olabilirsin ki! Çaresizlikten yazıyorum. Keşke başka yöntemler de
geliştirebilsem ama şimdilik hissettiğim çaresizliği bir tek yazmak
hafifletiyor.
Şimdi de yeni kitabın ‘Aeden’ çıktı.
İnsanlar deliler gibi okuyor. Kitap, katman katman açılıyor. Üstelik insanın
kendini alamadığı çok renkli bir fantastik dünyaya açılıyor... Ve sonra her şey
yaşadığımız dünyaya uzanıyor. Seninki nasıl bir hayal gücü?
-Çok
bilimsel bir hayat gücü! Aeden’in güneşi mor, çünkü astrofiziksel bir nedeni
var. Kitabımın kahramanları Numi incecik bir kız olmasına rağmen 350 kilo,
Sonje 400 kilo... Ama hepsinin mantıklı, bilimle örtüşen açıklamaları var. Çok
araştırıp, özellikle benim gibi astrofiziğe, fiziğe, kimyaya, biolojiye pek
meraklı olunca hayal gücün malzemelerle dolup taşıyor.
‘Aeden’, cennete gönderme mi? Bir tür kendi
cennetini mi tarif ediyorsun?
-’Aeden’
sözcüğü, Kuran-ı Kerim’de cennet olarak geçiyor. Herkesin cenneti kendine
göredir diye düşünüyorum. Benim için cennet bir bilim düzeyi. Önemli olan bir
yerin ne kadar güzel olduğu değil, ne kadar bilinçli olduğu. Muhteşem bir
gezegende bilinçsiz varlıklarla yaşamak, cehennemde yaşamak gibi de olabilir.
MAALESEF BİLİNÇ DÜZEYİMİZ ÇOK DÜŞÜK
Dünya, başka bir gezegenin cehennemi mi
yani?
-Muhteşem
bir gezegen burası... Ama maalesef bilinç düzeyimiz çok düşük. Bu bilinçle
nereye gidersek gidelim, cehennemi yanımızda götüreceğimizi düşünüyorum. Yine
de karamsar değilim, ileride cana sahip çıkılan ve nefes kaynağımız ağaçları
kesmenin yasak olduğu bir uygarlık kurabildiğimizde, cennetle de tanışacağımıza
eminim. Cennet, ancak biz var edebiliyorsak, içine girmeye hak kazanacağımız
yer.
Kitabın her sayfasında da bilgi var. Seni
yakından tanıyan birine sordum, “O sabahları, 7 ile 10 arasında bilimsel makale
okur” dedi. Bu doğru mu?
-Evet,
doğru. Oğlumla her sabah 6’da kalkarız, onu 6.45’te servis alır ve ben 10’a
kadar limonlu çayımı içer, makalelerimi okurum. Çünkü bu zaten, benim
eğitimimin de bir parçası.
Laureate Kütüphanesi’ne üyeymişsin,
makale ve tez okumaya bayılırmışsın. Nasıl bir şey bu? Aklından zorun mu var?
-Yoo
hiç değil. Bilimdeki her şey önce teori. Ve bilim dünyası, bu teorilerin
gerçekliğini ortaya koymak için hayatlarını buna adayan matemetikçiler,
fizikçiler ve biyologlarla dolu... Onları izlemek ve okumak, dizi film
izlemekten daha keyifli geliyor bana.
Eşin bilgisayar mühendisi, ailende de
mühendisler var. Senin kafan da sanatçı kafası gibi ama aynı zamanda mühendis
kafası. Sence, seni en iyi tanımlayan özellikler neler?
-İşlevselcilik...
İşlevi olan şeyleri çekici buluyorum ve ediniyorum. Bütünleştirici bir bakış...
Her şeyin birbiriyle bağlantısı olduğunu bilmek bana huzur veriyor. Dev bir
evrende yapayalnız küçük bir ‘tek’ olmaktansa, dev evrenin küçücük bir parçası
olmayı seviyorum!
Biz, gerçekte doğduğumuz andaki evrenin resmi
miyiz?
-Astrolojiyi,
falcılıkla eşleştirmiş, küçümseyen bir kültürden geliyoruz. Ama aslında nasıl
bu gezegendeki tüm memelilerin yumurtlaması bile bir gök cismi olan uydumuz aya
bağlıysa, yani ürememizi bir gök cismi etkiliyorsa, başka nelerimiz evredenden
etkileniyor olabilir? Biz evrenin bir parçasıyız ve kendimizi dünya gezegenine
sanki uzay dışından düşmüş varlıklar olarak görmeyi bırakıp, evrenin parçası
olduğumuzu, güneşteki bir patlamanın o yıl içinde alınacak buğday hasatını
nasıl etkiliyorsa, evrende olan her şeyin bizi etkileyeceğini anlamak
zorundayız.
Sen bize “İnsansı olmaktan vazgeç, insan
ol!” mu diyorsun? Nasıl hücreler bir araya geliyor organ oluyor, hizmet ediyor?
Bizim de öyle mi yapmamız gerekiyor?
-Ben
kimim ki! Ben söyledim diye değil tabii. Fark ettiklerimi, fark etmenizi
istiyorum. Tarihten aldığımız dersleri birlikte çalışmak ve bilinç seviyemizin
bir olmasını diliyorum. Çabada olmak istiyorum ama hep birlikte. Nedenini de
‘Aeden’de anlattığım gibi, evren bilinçtir, madde değil...
BOYUTLAR ALGILADIĞIMIZ KADAR DEĞİL
İki boyutlu canlılar var, üç boyutlu canlılar
var, bir de dört boyutlular... Açar mısın bunu?
-Varoluş,
katman katman. String Teori, 10. boyutun var olduğunu sunuyor bize. Bizse şu
anda boyutların sadece üç tanesini algılayabiliyoruz. ‘Aeden’de anlattığım
gibi, bizler üç boyut algısında, derinliğin, genişliğin, yüksekliğin içinde
hareket edebilecek kadar algılayabilen varlıklarız ama boyutlar sadece bizim
algıladığımız kadar değil!
Peki dördüncü boyut?
-Dördünce
boyutun, zaman olduğu düşünülüyor. Ama biz zamana tabi olduğumuzdan, zamanın
içinde hareket edemiyoruz, akıştayız ama kontrolde değiliz.
Şunu
anlamaya çalışıyorum: Eğer bir dördüncü boyut varlığı beni görseydi, babamın
bedeninde var olduğum o ilk anımdan, ölüp toprakta hücre hücre parçalandığım o
son anıma kadar her halimin her anını, katman katman bir bakışta görebilirdi.
Yani bir bakışta benim tüm olasıklar içindeki, tüm zamanlardaki, tüm hallerimi
görebilirdi. Üç boyut algısında bir varlık olarak ben bir karıncadan ne kadar
üstün isem, dördüncü boyut algısında bir varlık da benden en az o kadar üstün!
Ve sen hayata, yaşama saygısı olmayan,
etrafındaki her canlıyı yağmalayan bir organizmanın dördüncü boyut algısına
çıkamayacağını söylüyorsun...
-Evet
aynen öyle! Tekamülüne izin vermeyeceğini düşünüyorum. Belki de biz, bunun
testindeyiz. Sanki sistem, “Bakalım bu varlık ne olursa olsun neyin önemli
olduğunu hatırlayabilecek mi?” diye sorguluyor .
Sen bütün bunları anlatınca, “Bu kadın
delirmiş!” diyenler olmuyor mu?
-Bilmem,
sanırım umursamayı bırakalı çok oldu!
YAŞADIĞIMIZ ŞEYİN ADI TEKAMÜL
Biz, şu anda ne yaşıyoruz?
-Tekamül.
Dünyadaki kutuplaşma, cana sahip çıkanlar ve çıkmayanlar olarak iki ana kanada
ayrılana kadar devam edebilir. Cana sahip çıkmayanlar, çıkanlardan daha aktif
olduğunda, tarihten de biliyoruz ki, medeniyetler çöküyor! Mısır, Roma gibi
medeniyetler bile, en üst tabakada çokluk içinde yaşayanlar, en alt tabakada
yokluk içinde yaşayanları umursamadığında çöktüler. Çokluktakilerin,
yokluktakileri ırk, din, kültür farklılıkları gibi bahanelerle dışlaması ile
başlıyor tüm çöküşler. Umarsamazlık, cehennemin kapısıdır.
Peki neyin bocalaması, neyin kavgası bu?
Hem Türkiye’de hem dünyada?
-İnsanlık,
evren saatine göre, yaklaşık 11 saniyedir dünya gezegeninde. Hepimiz genç
organizmalarız. İnsan değiliz, insansıyız!
Nasıl yani?
-İnsan
potansiyelleriyiz, insan olmaya aday bebekleriz. Bir bebeğin, anlayış kıtlığı
içinde, kendine ve diğer bebeğe zarar vermesi gibi zarardayız. Oğluma hep
söylediğim bir şey var: “Yaşamak istiyorsan, yaşat! Bugün yaptığın şey, yarın
sana dönecek. İşte şimdilerde bunun dersini alıyoruz. Hayat, yaşamı hak edip
etmediğimizi sınıyor. Kendini güçlü zannedip başkasını ezen, uzun vadede
varoluşta yer edinemiyor. İnsanlık tarihi, bunun dersleriyle dolu. Çok zeki
olmaya gerek yok, azıcık ucundan başından tarih okusak yeter!
SADECE 11 SANİYE!
Şu 11 saniyeyi iyice açıkla bana! Nasıl
yani sadece 11 saniyedir varız? Neye göre böyle değerlendiriyorsun? 4.5 milyar
yıldır var bu gezegen diye biliyorum...
-Evrendeki
en eski yıldızların yaşına ve evrenin genişlemesine bakarak, başta NASA olmak
üzere, astrofizikçiler tarafından yapılan hesaplamalarda, evrenin yaklaşık
olarak 14 milyar yıldır var olduğu sanılıyor. Dünya ise 4.5 milyar yıldır var.
Modern insan ise 200 bin yıl önce ortaya çıkmış. Evrenin varoluş zaman
çizelgesine insanın var oluşunu yerleştirdiklerinde, ancak 11 saniyedir var
olduğumuzu görüyorlar.
Çok acayipmiş!
-Evet.
Mesela dünya, 10 saat 35 dakikalıkken ilk bitkiler çıkmış, 11 saat 25
dakikalıkken dinazorlar, sonra kuşlar, memeliler, derken dünya yaklaşık 12
saatlikten insanlar ortaya çıkmış. Ve uzun lafın kısası, modern insanın
varoluşu, evren ve dünyanın varoluş periyodunun yanında 11 saniye kadar bir
şey. Yanlış anlaşılmasın bunu ben söylemiyorum. Bilim dünyasında kabul görmüş
bir görüş bu. Ünlü asro fizikçi Carl Sagan ve Neil Degrasse Tyson bunu çok
güzel anlatmışlardır.
Yani var olan tüm kültürler ve insana
dair bildiğimiz her şey, dünya gezegeninden uzaya çıktığımızdaki zaman akışıyla
kıyaslandığında 11 saniye içine sığıyor.
-Aynen
öyle! Ama biz, kendimizi ne kadar önemli zannediyoruz değil mi? Aslında hızla
çoğalan ve tüketmekten başka bilinci olmayan bakteriler gibiyiz, eğer
tükettiğimizi üretip bir başka amaca hizmet edemezsek... Yaşadığı gezegendeki
tüm yaşamı köleleştirmiş ve bunu üstünlük sanan bir varlık, kutsal kitaplarda
anlatıldığı gibi yüce bir varlık olabilir mi? Kendimizle yüzleşmeden başlamıyor
bu insanlık yolculuğu. Cana sahip çıktığın kadar insansın, yoksa parazitsin!
İnsan olmak, sadece bedenlenmekle olmuyor. İnsan potansiyeline sahip, emek verirsek,
insan olma yolunda ilerleyebilecek varlıklarız ama henüz insansıyız!
BİR MASALCI TEYZE!
Derdimiz gücü elde etmek mi? Bunun için
mi kavga ediyoruz?
-Evet. Korku, güç tutkusunun kaynağı bence.
Korkan insan güçlenmek ister. Güçlenen insan da, hâlâ korkuyorsa, çevresini
ezer hale gelir! Peki nedir güç? Her şeye rağmen insanlığını korumak mıdır,
yoksa her şeye rağmen hayatta kalabilmek mi? Açlık zamanında bebekleri yesek
hayatta kalmış olurken güçlü mü oluyoruz, yoksa doğruda durup açlıktan ölsek mi
güçlüyüz? 11 saniyedir gezegene yayılmış insansı, korkak bebekleriz, evet güç
için kavga ediyoruz çünkü başka türlü sorunlarımızı çözmeyi henüz bilmiyoruz.
Öğreniyoruz.
Sence hepimizin dünyaya gelme nedeni mi
var?
-Bizler, bir organın hücreleriyiz. Ancak
birleştiğimizde vücut oluşabiliyor. Çünkü ne olursak olalım, işlevsel olmak
zorundayız, ama başına buyruk hücreler olarak sistemsiz bir şekilde
birbirimizle savaşır haldeyiz. Yaşama savaş açmış, kanserli hücreler gibiyiz!
Yani görevlerimiz mi var?
-Olmalı.
Seninki ne?
-Sanırım
öğrenci bir masalcı teyzeyim ben. Masal anlatıyorum. Pek karizmatik bir görev
değil ama keyifli. Çünkü anlattığım her şey, köklerini gerçeklerden almak
zorunda. O yüzden de hep öğrenci kalmak zorundayım.
Modern zaman filozofu musun sen?
-Düşünen
biriyim. Filozof büyük kelime.
Peki insanların en çok neyi anlamasını
istiyorsun?
-Candan
daha değerli hiç bir şey olmadığını, kimin ve neyin canı olursa olsun!
HER ŞEYİ HAK ETMEMİZ GEREKİYOR
Öğrenemiyorsak, işe yaramıyorsak,
bilinç olarak yükselemiyorsak, yükselinceye kadar o dersler tekrar tekrar
önümüze mi geliyor?
-Etrafına,
kendi hayatına, tarihe bak Ayşe. Aynı senaryo, farklı karakterlerle ulusların
bile başına geliyor. Sadece bireysel farkındalığımız değil, toplumsal
farkındalığımız da teste tabi. Ya diğerlerinin yaşanmışlıklarından dersler
alabiliyoruz, ki bu kolay yol ya da yaşayarak öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Hayatı, hak etmemiz
mi gerekiyor?
-Bence
sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi hak etmemiz gerekiyor.
Şimdi artık bunları
konuşma zamanı mı?
-Kesinlikle!
Alttan öyle bir nesil geliyor ki kimse onları tutamayacak! Birini öldürsen 10
tane doğacak yerine. ‘Pi’de dediğim gibi, hayat hepimizden daha akıllı!
Türkiye, cehennem
kapısı mı? Neden?
-Evet.
Çünkü bizden sonrası kaynıyor. Batı’nın sözde uygar ama özde umursamaz
insanıyla, Doğu’nun sözde gelişmemiş ama özde umursanmaz insanı arasında
Türkiye. Bu topraklarda olanlar dünyayı etkileyecek.
Bu topraklar özel
topraklar mı?
-Bu
toprakların insanı rengârenk aslında. Amerika da çok renkli ama kültürler
kaynaşmış değil. Mahallelere bile ayrılmış durumdalar. Böylesine rengi bir ülke
içinde barındırıp bu kaynaşmışlıkta olmak büyük başarıyken, şimdi bizim
ayrılmamızı, iyice ayrışmamızı, mahallelere ayrılıp apayrık kalmamamızı daha
kârlı bulanlar var. Bu toprakların özelliği, birleşme konusunda dünyada
benzersiz olabilmemiz. Zamanı gelince dünyaya örnek olacağımızı biliyorum.
İnsan olmak için
harekete geçin diyorsun, ne yapacağız?
-Önce
her birimiz ne için dizayn edildiğimizi, en iyi yaptığımız işi bulacağız ve her
türlü gelişmeyi kaynağından takip edebilmek için mutlaka İngilizce öğreneceğiz.
Peki sen nereden
hükmediyorsun bu anlattıklarının doğru olduğuna? Bu, ego olamaz mı? Bu kendine
aşırı güven nereden kaynaklanıyor?
-Hiçbir
şeyin iddiasında değilim aslında. Tarihin bize sunduğu tekerrürleri, insan
organizmasının neden-sonuç ilişkisi içindeki hallerini, istatistiksel verileri,
ekonomik analizleri sentezlemeye çalışıyorum ve olguları hangi köşesinden
tutmaya çalışırsam çalışayım var olan her şeyin nasıl da zincirleme bir
reaksiyonla birbirine bağlı olduğunu fark ediyorum. Kafama göre değil tabii.
Benden çok daha zeki insanların yaptığı araştırmaları, analizleri kullanarak.
Anlamsızlığa anlam bulmaya çalışınca buralara kadar geliyorsun, insanlar seni
aşırı güvenli falan sanabiliyorlar. Ben kendime değil, araştırdığım bilginin
doğruluğuna güveniyorum. “Hayat utandırmasın!” diyeyim.
Neredeyse evrenin
sırrını çözdüğünü düşünen bir kadın var karşımda. Bu nasıl olur?
-Yok
Ayşe! Evrenin sırrı yok, bizim bilmediklerimiz var ve aslında karşında, evrenin
sırrını çözmüş biri değil, kendi cehaletini kabul etmiş biri var. Cahilliğimi
kabul edince, yorumlarım belki kulağa daha iddialı geliyor ancak iddia değil,
arayışımın açlığının hissi bu.
...
Azra
Kohen:“VARLIK İÇİNDE HEDONİZMDE KAYBOLMUŞ BİR TOPLUMDAYIZ.”
Yazar intown | 12 Kasım
2015
“BEN
SADECE BİR TAKIM FİKİRLERE, DÜŞÜNCELERE ARACI OLUYORUM. EVREN HAZIR OLANI,
ANALİZ EDENİ BİLGİYİ İNDİRMEK İÇİN SEÇİYOR; VERİMLİ BİR TOPRAK GİBİ, TOHUM
ORAYA DÜŞÜYOR’’ DİYOR “Fİ”, “Çİ”, “Pİ”NİN YAZARI AZRA KOHEN. KİTAPLARI EN ÇOK
SATANLAR LİSTESİNDE AYLARDIR EN ÜST SIRAYI KORUYAN AZRA KOHEN İLE YAPTIĞIM
SÖYLEŞİDE MÜTHİŞ BİR BİRİKİM, ARAŞTIRMA VE ÇOK ÇALIŞMANIN DERİN İZLERİNİ
HİSSETMEMEK, ONUN ÇEKİM ALANINA GİRMEMEK İMKANSIZDI…
Röportaj: Sim Yener
Genç yaşında sosyoloji, psikoloji,
biyoloji, astroloji analizleriyle yoğrulmuş, toplumun başıboş lokomotiflerinin
harekete geçmesi için emek harcayan, dünyayı bizden nasıl kurtarabiliriz
felsefesi ile kendi içine dönen bir Amazon kadını o. “Merakımı ehilleştirmeyi
başardım; insanlar çiftleştikçe cinselliği yazacağım.” diyor Kohen. Derin ama
hayatı hafife alan Azra Kohen’den yeni kitapların ve serilerin müjdesini de
aldık. “Kimsenin merakının tuzağı olmak istemiyorum. Merakı, tuzağa düşmüş
insan kesinlikle ilerleyemiyor. Merakın kendine dönecek ve kendine odaklanacaksın.”
felsefesini savunan Kohen, kendisini değil kitaplarını anlatmak şartıyla
söyleşiyi kabul etti. Yine de az da olsa merakın tuzağına düştük…
Kitaplarından
başlamak istiyorum. Karakterler, denge merkezi ve bazı olaylar günümüzden ama
bir o kadar da farklı. Ne kadarı gerçek ne kadarı hayal? Nasıl bir süreçte
yazıldı?
Benim işim aslında dengesizlik. Kitapta
her şey biraz hayal biraz gerçek. Öyle olmak zorunda, aksi halde
karakterlere saygısızlık olurdu; ben magazinci değilim sonuçta. Dedikodu yazarı
da değilim. Hikayeyi derslerimizi alabilecek şekilde yazmaktı amacım. Bunu
başardığımı düşünüyorum. 12 senedir psikoloji üzerine çok çalışıyorum,
araştırmalar yapıyorum. Aslında istediğim, insanlar araştırsınlar,
yazdıklarımın derinine insinler. Etrafımdakiler kitap yazarken deli gibi bakar.
Çocuğumu doğum gününe götürürüm, sonra kulaklığımı takar yazmaya başlarım.
Tatile gittiğimde, arabamda bile yazarım. Önce kafamda yazarım sonra kağıda
dökerim.
Kitapların
çok sattı. Doğru anlaşıldığına inanıyor musun?
Benim tanıdığım herkes “Pi”ye bayıldı.
“Fi” ve “Çi”den sonra şimdi tam anlaşıldım. Hemfikir olduk. Bir araya
geliyoruz, yoldan, yöntemlerden bahsediyoruz. Dünyayı nasıl kurtarırız, dünyayı
kendimizden nasıl kurtarırız şeklinde. Ben akıllı insanlarla, kendisi olabilen
insanlarla arkadaşlık etmeye özen gösteriyorum. Komik olsun, antipatik olsun
ama kendisi olsun, samimi olsun. Bu tür insanlar saçmasalar da tolere
edebiliyorum. Biliyorum ki saçmalamaları sahtelikten değil. Muhatap olduklarım,
okuyanlar demeyi sevmiyorum, anlayan diyeyim, arkadaşlarım artık. Çünkü artık
arkadaş gibiyiz, birbirimizi anlıyoruz, paylaşıyoruz. Hepsiyle yazışıyorum. Ben
onları çok sahiplendim. Yüz yüze geldiğim ya da telefonda görüştüğüm az insan
var ama birbirimizi anlayan bir topluluğuz.
‘’Fi’’
200. baskıda. Birçok yazarın hayal dahi edemeyeceği ilk kitap başarısını
yakaladın ama kendini yazar olarak görmüyorsun?
Ben yazar değilim. Beni bir takım
edebiyat dergilerinden aradılar, kitaplarımı yarışmalara sokmak istediler.
Hatta kazanacaksın bile dediler. Sakın dedim. Ben olmadığım bir şeyin parçası
olmak istemiyorum. Benim bir derdim var. Onun anlaşılmasını istiyorum. Bir
araya gelip çözüm üretelim, adım adım çözüme hep birlikte gidelim istiyorum.
Beni değil, BİZ’i sahiplensinler.
Sen
kitaplarını nasıl tanımlarsın, Azra Kohen olarak nasıl kitaplar
‘’Fi’’,’’Çi’’,’’Pi’’?
Çok sıkı analizlerin olduğu samimi
kitaplar. Özgündürler, hiçbir kitaba benzemezler, başka bir kitaptan çalıntı
bir tek cümle bulamazsınız. Kendime duyduğum saygıdan dolayı koymam. İlk başta
kitaplarım için “Grinin 50 Tonu”nun çakması dedikodusu çıkarılmaya çalışıldı.
Ama okuyanlar bu dedikoduya çok güzel verdiler cevabını, zaten sonra ortaya
çıktı ki, bunu ortaya atan başka bir yazar. Aynı anda kitap çıkarıyorsunuz biri
satınca diğeri geride kalıyor gibi mi hissediyorlar anlamıyorum! O yüzden
benim edebiyatla falan işim yok, beni rahat bırakın diyorum. Benim yolculuğum
başka. Şu an bir takım fikirlere ve düşüncelere aracı oluyorum; evren seçiyor
aracı oluyorsunuz. Uygundum çünkü hazırdım. Analiz ediyordum, verimli bir
toprak gibiydim, tohum oraya düştü. Ama unutmamak lazım bilginin sahibi,
bilgiyi indiren kişi değil. Ne zamanki bilgiyi indiren kişi bilginin sahibiymiş
gibi davranıyor, o zaman bilgiye haksızlık ediliyor. Yüzlerce okuduğum
araştırmadan çıktı bu kitaplar. Bu araştırmaları yapan doktorlar, laboratuvar
görevlileri var, çok değerliler…
Kitaplarının
dizi ya da filmleri çekilecek mi? Bu kadar derin analizi olan kitaplar ekrana
yansıdığında bazen yazarın anlatmak istediğinden uzaklaşıyor. Sen ne
düşünüyorsun?
Çok teklif var. Türkiye’nin en iyi
şirketleriyle görüştüm. Kitabın içindeki ana hikayeyi boşaltıp, aşk meşk
olaylarını sadece yayınlamalarına asla izin vermem para için. Seriyi yazmamın
nedeni para kazanmak değil. Bütün hikayesini koruyacak ancak benim denetimimden
çıkmayacak olursa kabul edebilirim. Sinema-TV, biyoloji, sosyoloji, psikoloji
okumamın bunun için faydası olmuş diye düşünüyorum. Senaryo ekibinin başında
olmayalım. Asıl söylemek istediğim şeyleri çıkarırlarsa işte o zaman gerçekten
“Grinin 50 Tonu” olur.(kahkahalar)
Bundan
sonra yeni kitaplar var mı sırada?
Çok farklı projelerim var. Hiç
yapılmamış şeyleri yapmak istiyorum. Kendi okuyacağım kitapları yazıyorum.
Sonraki seriyi de öyle yazdım. “Aeden” ismindeki kitabımı yazdım. “Aeden”in
devamı “Nakar” ama diğer kitaplarım gibi devam eden aynı karakterler olmayacak.
“Aeden” bir ütopya, “Nakar”sa distopya.. Bilim kurgu bir hikaye; başka
bir gezegende başlayıp, dünyaya geliyor. Aeden’den sonra “Dinle Beni” ve “İzle
Beni” adlı seri iki kitabım daha var sırada. Önce Aeden, sonra “Dinle Beni”,
sonra “Çocuk” ve “Nakar”, “Maço”. “Aeden” 2016’da yayınlanacak ama tarih vermek
istemiyorum, çünkü sonra Bizimkiler lüzumsuz strese giriyor.
‘’Şöhret
olan gençleri aslında çok hazırlanılarak gelinmesi gereken yerlere çok
hazırlıksız koyuyoruz’’
Sinema-TV
okudun. Nasıl oldu bu uyanışa geçiş sürecin?
Ben 16 yaşındaydım üniversiteye
girdiğimde. Çok hızlı bizim eğitim sistemimiz. Kendinizi bulamadan üniversiteye
giriyorsunuz. Etrafımda derin potansiyeli ama meraklarını doğru kullanamayan
insanlar vardı. Ben de o insanların neden tam olamadıklarıyla ilgileniyordum.
Bu noktada neden onlarla ilgileniyorum deyip kendime döndüm. Halit Refiğ’in
yanında en genç yardımcı yönetmeni olarak çalıştım. Sette kahve getirerek
başladım. İki senenin sonunda çok sıkı çalışarak -hiçbir şeyle övünemem ama
çalışkanlığımla övünebilirim- kısa sürede sahneler çekmeye başladım. Ama
yetmedi. Çektiğim dizilerin benim ruhuma hitap etmediğini görüyordum ama yine
de devam ediyordum. Başarılı hissetmek çok büyük bir tuzak olabiliyor. Olay
mastürbasyona döndü. Mesela sizle ben kumsalda kumdan kaleler yapıyoruz.
Dünyanın en güzel kumdan kalelerini yapıyoruz, kendimizi çok iyi hissediyoruz
ama dalga gelene kadar! Kumdan kaleyi çok iyi yapabiliriz ama neden, etkisi ne?
Ne için? Ben o plajdan çıkmak istedim. Eğer sinema-TV okumasaydım bu
uyanışları yaşar mıydım bilemiyorum. Ortamlarda fark ettim ki, insanların idol
olarak gördükleri, şöhret olan gençleri, aslında çok hazırlanılarak gelinmesi
gereken yerlere çok hazırlıksız koyuyoruz. Daha olmadan örnek oluyorlar.
Günümüzün
en büyük sorunları bunlar. İnsanlar okumuyor, araştırmıyor, kolay yoldan şöhret
peşinde koşuyorlar…
Niye araştırsınlarki? Motive olmuyorlar.
Motivasyonu örneklerden alıyoruz ve örneklerimiz yanlış. Doğru örnekler
koyarsak motivasyon da olur. Biz poposunu sallayan kadınların ne kadar çok para
kazandığını TV’lere, dizilere yığarsak, güzelliğin ne kadar para kazandırdığını
akıllara kazırsak, üzerlerine taktıkları kurdelelerle genç kızları puanlarsak,
bunları da dizilere koyarsak, alttan gelen nesil onları örnek alacak,
güzelliğini satan, emeğinden değil hallerinden para kazanmaya çalışan bir
toplum olacağız maalesef.
‘’Görmek
istediğin ve asıl olanı görmek arasında çok büyük bir fark var’’
Çok
materyalist bir dünyada yaşıyoruz. Bu sığ dünyada kendini nasıl buldun ve
koruyabildin?
Düşündüklerimi analiz ederek kendime
giden bir yoldayım diyebilirim ve çok değerli insanlarla sohbet ederek yolumu
koruyorum. Asla geyik muhabbetlerine, belirli bir zaman kotasının
haricinde girmiyorum. Hayatım bir şeyin sürekli geyiğini yaptığım şeye
dönüşmüyor. Bir şeyin geyiğini yaparken de bilimsel yapıyorum, sohbet konularını
güzel seçiyorum. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamanın zamanındayız.
Biz gördüğümüz kadarını zannediyorsak, bizim o gelişmemişliğimiz,
kapasitemizdeki darlık algımızı etkiliyor. Aslında her şey gördüğün gibi ama
sen kısıtlı görüyorsun; unutmamak lazım görmek istediğin ve asıl olanı görmek
arasında çok büyük bir fark var.
Hala
araştırmaya, öğrenmeye devam ediyorsun. Doktora yapıyorsun konusu nedir? Ne
zaman bitecek?
Liverpool
Üniversitesi’nde; biyoloji, sosyoloji, psikolojiyi birleştiren, nöropsilojik
veriler üzerine odaklanmış biopsychosocial ekolünde psikoloji doktorası
yapıyorum. Holistik yani bütünsel bir yaklaşımla eğitildim. Her şeyin
birbiriyle ilişkili olduğu ve büyük resmi göremezseniz detaylara müdehale
edemeyeceğinizi size ispatlayan çok ağır bir eğitim aldım, alıyorum. Her ay bir
kere gidiyorum ayda 4 gün kalıyorum. 1,5 sene sonra bitecek. Günümüzde
psikoloji, bilimsel tartışmalarda ciddi problemler yaşayan bir bilim dalı.
Kişiler anlattıklarıyla ve psikoloğun gözlemleriyle değerlendiriliyor, hasta
olup olmadığına hangi tedavi uygulanacağına psikolog karar veriyor. Benim
okuduğum bölümde öyle şekle bakıp karar vermek yok çünkü hiçbir şeyin göründüğü
gibi olmadığını biliyoruz! Nörolojik olarak da beyni anlamak şart! Psikolojik
rahatsızlık dediğin şey beyindeki kimyasal dengesizlik demek, yani rahatsızlığı
olan kişi bir takım hormonları dengeli üretemiyor demek. Biz kişisel önyargıyı
ortadan kaldıracak bilimsel aletleri kullanarak karar verilmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Peki aletlerimiz gelişmiş mi? Henüz yeterince değil ama serotonin
eksikliğiyle sancılanmış birine bir bakışta ilaç yazmaktansa kişinin hayatına
bakıp analiz edip serotonin salgılamasını sekteye uğratan şartları teşhis edip
durumu gerçekten çözmeye odaklanmak çok daha verimli oluyor. Bağımlılarla
dolu bir toplumdansa kendi problemlerini analiz ederek çözen, yaşantısına
sürekli bir emek vermesi gerektiğine uyanmış bir toplumun parçası olmak istemez
misiniz? Amerika psikologlar derneğinin kimyasal dengesilikleri tanımladığı
“Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM-5®)” teşhiş
ve tanı katoloğundan ve hayatımızı bizim anlattıklarımızdan dinleyip hangi
hormonu dışarıdan ne kadar almamız gerektiğine karar veren doktorlardan çok
daha fazlasına ihtiyacımız var, ilgiye ihtiyacımız var. Ben ilaca karşı değilim
ama bugünkü aldığı şekle karşıyım. Bir yakınını kaybediyor kişi, hemen ilaç
veriliyor. Halbuki o acıyı insanın yaşaması lazım. Ölüm acısını yaşadığı zaman
hayat onun vücuduna başka bir şey indirecek. Acı bilginin bedene inmesidir! Bir
sonraki nesle anlatacak bir şeyimiz kalmıyor. “Bu durumu sen nasıl aşmıştın?”
işte bu sorunun cevabı ilaç olmamalı. Hayatın felsefesini ilaçlara
kaptırmamalıyız.
Astroloji
ve psikoloji hayatında önemli. Nasıl bir ilişkisi var bu iki konunun?
Psikoloji ve astroloji eğitimi aldım.
Astroloji eğitimimi Barış İlhan’dan aldım. Bu konuda tavsiye edebileceğim bir
isim. Çok enteresan bir kadındır. Dümdüz konuşan biridir. Sonra yurt dışında
eğitimlerime devam ettim. Yıllar önce psikoloji ile ilgilenmeye başladığımda
fark ettim ki Carl Jung diye bir adam var. Freud çok biliniyor ama Carl Jung
benim için psikolojinin çok önemli bir kişisidir. Bilgilerinden çok
yararlandım. Carl Jung kendi seanslarında astrolojiyi kullanmış. Astrolojik
datayı öyle güzel kullanmış ki, şöyle tasvirleri var; belirli açılar olduğunda
daha şizofrenik eğilimler olabiliyor. İlk uyanış ben de o zaman oldu. İlk fark
ettiğim şey şuydu; ben evren ile bilim olarak ilgileniyorum. Evrendeki bir
gökcismin yeryüzündeki etkisini ölçebiliyorsunuz. Evrenin oluşma şeklinin,
cisimlerinin ve o cisimlerin birbirleriyle ilişkilerinin yeryüzündeki yaşama
nasıl yansıdığına dikkat etmek lazım. Güneşte bir patlama oluyor, dünyadaki
yansımasını, etkisini görüyoruz. Tohumlanan bitkilerde, yer hareketlerinde,
hayatın biyolojisinde de görüyoruz onun yansımasını. Kapasitemiz yettiği
kadarını görüyoruz. Tekamül ettikçe gelişerek dahasını da göreceğiz,
anlayacağız. Ama gökyüzünde kendi güneş sistemimizin içinde 10 cisim var. Biz
sadece 10 cismin birbiri ile ilişkisini hala çok ilkelce hesaplıyoruz.
Göktaşları ve meteorlar var. Bunları hesaplamak için çok ciddi bilgi birikimi
lazım. O yüzden bazı şeyler tutmuyor gibi durabiliyor ama aslında tutmadığından
değil toplamayı yaparken kullandığımız rakamlar eksik olduğundan. Simya ile,
yani evrenin o anının dünyada nasıl yansıdığıyla ilgileniyorum. Tohum ekilme
zamanı ayın döngülerine göre belirleniyor. O yüzden bazı işler yürümüyor,
bazısı ise çok başarılı oluyor. Tohumu ayın döngülerine göre ekerseniz daha iyi
verim alırsınız. Evrenle tanışmak lazım.
Halen
seans yapıyor musun?
Yapamıyorum. Az kurşunum, çok hedefim
var. Hedefleri arka arkaya dizip kurşunları atıyorum, o yüzden zamanımı iyi
değerlendirmem lazım.(gülüyor)
Yeşil
dünya, ekolojik değerler senin için önemli. Nükleer enerji yatırımları devam
ederken, dünyanın geleceğini nasıl görüyorsun. Bunu başarmış ülkeler var mı?
Ben medeniyetleri harcadıkları enerjinin
karşılığındaki geri kazanımlarına göre değerlendiririm. Attığı taş kaldırdığı
kuşa değmiş mi?! Harcadıkları enerji neye mal oluyor işte o önemli. Bu çağda
bir ülkenin nükleer enerjiye yatırım yapması benim için o ülkeyi sıfırlar.
Dünyanın en büyük balyozunu yapmak gibi bir şey olur bu çağda. Düşünsenize insanlar
Marsa koloni kuruyorlar sizin elinizdeyse dünyanın en büyük balyozu var!
Üstelik o kadar ağır ki gösteriş olsun diye elinizde sallarken kendi kafanıza
düşecek bir balyoz bu! Ancak yeşil enerjinin lideri haline gelirse alkışlarım.
Bu konuda rüştünü ispatlamış en iyi ülke var: Finlandiya. “Beyaz Zambaklar
Ülkesinde” kitabı Finlandiya’nın nasıl kurulduğunu anlatır. Bu kitabın
mutlaka okunması gerektiğine inanıyorum. Bence Finlandiya yaşanacak birinci
ülke. Tamam, soğuk ve magazin olarak çok gelişmiş değil, kızların poposunu
puanlamıyorlar ama çocuklarını çok güzel yetiştiriyorlar. Temiz enerjiye geçmiş
durumdalar. Buzun içinde tarım yapabiliyorlar. Finlandiya, Norveç bence
yaşanabilecek ülkeler. Freigburg şehriyse enerji anlamında takip edilmesi
gereken bir şehir.
Doğal
yaşam çiftlik projen ne durumda?
İki sene içerisinde çiftliğin temeli
atılıyor, yerler belli. Çiftliğin bir enerji ekibi, eğitim ekibi var. Ben de bu
ekiplerin bir parçasıyım. En çok ben çalışıyorum. Tatillerde bile çalışıyorum.
Çünkü benim dinlenmem çalışmak. Bu benim için yapmak zorunda olduğum bir şey.
Bunun için doğmuşum ve ancak bunu yapınca bu gezegenden ayrılmama izin
verilecek diye düşünüyorum. Eğlenmeye oyun oynamaya, hedonizme yöneltilmiş bir
gençlik var. Onlara örnek lazım. O örneği oluşturabilirsek çocuklarını oraya
yaz kampına göndermek isteyecekler. Çocuklar tarlada, serada çalışarak
öğrenecek. Toprağı, devinimlerini tanıyan insan hayatı tanır.
‘’Para bir zehir, eğer amaca hizmet
ettirtmezsen’’
Göktürk’te
yaşıyorsun. Nasıl görüyorsun çevrendeki insanları?
Göktürk’te problem var. Para bir zehir,
eğer amaca hizmet ettirtmezsen. Çocuklara verilebilecek en büyük zehir para,
ikincisi de şeker. Para ve şeker veren zengin insanlar hep çevremizde.
Büyükanneler ve büyükbabalar şeker vererek çocukların kanserli hücrelerini
beslediklerini artık anlamalılar. Para ve şekerin çok dikkatli dozajda
kullanılması gerektiğine inanıyorum. Seviyorum burada yaşamayı, yaşamaya da
devam edeceğim. Özellikle Göktürk’te, bunca varlık içinde o varlığı nasıl kullanamadığını
gördüğüm bir sürü aile var etrafımda; bunun sancısı var. Halbuki bu insanlar
toplumun lokomotifleri olmalılar. Çünkü zenginlik kişiye toplumun lokomotifi
olma sorumluluğunu getirebilir. Arkadan gelen varlıksız insanları varlığını
kullanarak doğru yöne çekebilirsin. İnsanlık tarihinde zenginler daima örnek
alınmışlar. Biz öyle bir toplum olduk ki varlık içinde hedonizme bürünmüş
durumdayız. Ben kendimi bundan ayırıyorum çünkü ben keyif için yaşamıyorum,
keyfim kısıtlıdır. Kısıtlarım. Keyiflerinizi yönetmeye başladığınızda, neden
keyif aldığınızı seçtiğinizde otomatik olarak üretime geçiyorsunuz. Çaylarda,
kahvelerde, anlamsız kadın toplantılarında gereksiz zaman kaybeden insanları
sistemden çıkarabilirsek, eğer o anneleri kurtarabilirsek dünyayı
kurtarabiliriz. Göktürk toplumun lokomotiflerinin yaşadığı yerlerden biri
aslında ama kendilerini kenara çekmişler keyifteler, başıboş vagonların etrafta
başıboş, sağdan sola gitmesine, sürü olmalarına kızıyorlar. Düzen mi istiyorsun
o zaman harekete geç!
Neden
olduk böyle?
Hedonizm, keyifçilik yüzünden. Paraya
kavuşmuş olan insanların hedonizmde kaybolması yüzünden böyle olduk. Zamanında
keyfe dalıp keyfin içinde kaybolmak yerine bir takım değerleri korumakla
ilgili, sadece kendi değerlerine değil kendisinin dışındaki değerlere de sahip
çıkmadıkları için böyle oldu. Kendi keyfimiz kaçmasın diye adaleti kafamıza
göre kullandığımız için şimdi kafaya göre kullanılan adaletin nasıl da can
yaktığını öğretiyor hayat bize. Önce sakin olup anlamak lazım karşı tarafı.
Sadece anladığın şeyi çözebilirsin. Her iki uçtaki şekilcilerden arınılması
lazım. Şekilcilerin ortasında kalmışız. Sahiciler yok.
‘’Her şeye rağmen ne kadar doğruda
durabileceğimin testindeyim.’’
Hepimiz
bu toplumun birer küçük yansımasıyız aslında. Sen kendini bunların arasında
nasıl değerlendiriyorsun?
Benim gönlüm rahat olduktan sonra kimse
beni sevmesin, benim hesabım vicdanımla. Bu gezegende yaşayan herkes aslında
ben. Kendi kombinasyonlarımla aynı zaman dilimi içerisinde aynı anda farklı
olasılıklarımla bir arada yaşıyorum. Niye, çünkü test ediliyorum. Her şeye
rağmen ne kadar doğruda durabileceğimin testindeyim. Olaylar iyiyken, hayat
kolayken iyi olmak çok kolay. Olaylar zorlaştığında, birincil ihtiyaçların
karşılanmadığında -açlık gibi, uykusuzluk gibi, çocuğunun açlığı gibi- iyi
insan olabiliyor musun asıl mesele bu! Bunun testindeyiz. Yoğunlaştırılmış bir
test seçtiğime inanıyorum kendi açımdan. Beni çok sinirlendirecek davranışlara
kızıyorum ama insanlara kızamıyorum artık çünkü o da testte, o da ben. Birinin
yeme atladığını görünce üzülüyorum.
Psikoloji
ve erotizm kitapta çok etkin. Neden?
Aslında o kadar da etkin değil toplam 8
sahne var Fi’de, 600 sayfada 8 sahne! Ama bazıları herhalde bir türlü aklından
çıkaramıyor sadece o sahneleri. Ayrıca psikolojiyi cinsellikten, cinselliği
psikolojiden çıkarmazsın ki! Çok anlamsız olurdu. Freudyen bir bakış açısı ile
söylemiyorum, gerçekten bu iki kavram iç içe örülmüşler. Eğer gerçek bir şey
anlatmak istiyorsan malzeme orda dururken neden analizini yapmayalım. İnsanlar
sevişmeyi bıraktığında ben de yazmayı bırakacağım. (gülüyor)
Biraz
da aile yaşamın… Nasıl bir ilişkin var eşinle?
Çok güzel bir eşim var. Her olgunun
felsefi sohbetlerini yaptığım biri.
Ruh
eşin mi?
Sanıyorum ruh eşim. Sanıyorum diyorum
çünkü iddialı olmak iyi bir şey değil, büyük konuşanlara hayat tam tersini
gösteriyor. Ama başkası ile evlenmezdim. Evlenebileceğim tek kişiyi bulduğuma
inanıyorum.
Birbirinizi
tamamlıyor musun?
Evet, yoksa bir erkeği alıp da bakmanın
ne anlamı var (kahkahalar).
Kitapta
pek tamamlayan ilişki yok ama…
Ben kendimi yazmadım. Kitapta ben yokum,
toplum var.
Peki
ya çocuk?
Eşimin çoğalmasını istedim. O yüzden
çocuk yaptık. Annelik çok özel bir duygu, anne olmayı seviyorum. Üstelik
bakıcıyla değil de kendiniz yetiştiriyorsanız çok emek istiyor. Heykel yapmak
gibi. Sürekli değişen bir şekli kalıba sokmak değil amaç, sürekli değişen
şeklin kendi formunu alması için destek olmak.
Psikologlar
ilk anneyle ilişkileri sorarlar. Senin annenle ilişkin nasıl, nasıl biri?
Annem çok düzgün bir kadın. Her şeyi tek
başına yapabilen biri. Güçlü. Dominanttır. Dominantın altında ya ezileceksiniz
ya da dominant olacaksınız. Biz ezilmedik. Kitabı yazarken annem ilk başta
ürktü, keşke adını koymasaydın dedi. Kitaba psikolojik ilişki üzerinden girdim
insanlar kapılsın diye. Tedirgin oldu, seansını yaptığın insanların hayat
hikayesini mi yazacaksın, kızım bu çok ayıp dedi. Sonra kitabı okudu, Allah
senden razı olsun dedi.
Bundan
sonrası için neler planlıyorsun?
Eğitimim, oğlum, eşim, çiftlik ve BİZ.
Hayatım bundan ibaret. Eğer saçmalamazsanız, yola niçin çıktığınızı
unutmazsanız çok keyifli bir yolculuk. Yola niçin çıktığınızı unutursanız,
kendinizi kendinize hatırlatmazsanız kaybolursunuz. Biz varız, eşim ve oğlum
var bana niye burada olduğumu hatırlayacak.
Nasıl
bu kadar zayıf kalabiliyorsun?
Dengeli ve güzel beslenerek. Sürekli
yemek yiyerek ama doğru şeyler yiyerek. Paketlenmiş hiçbir gıda tüketmiyorum.
Sebzemi, meyvemi doğru yerlerden alıyorum. Hormonlu çilek yemiyorum mesela.
Bu
yaşta bu kadar derin düşünce, yorulmuyor musun hayatı bu kadar ciddiye
almaktan? Biraz rahat ol , bırak kendini hayatın akışına demek geliyor insanın
içinden seni tanıyınca..
Tam tersi, bakmazsam yoruluyorum. Benim
evimde kurduğum küçük bir ekolojik sistemim var. Sistemin bir tarafı eksik
kaldığında zincirleme reaksiyonla diğerlerini de etkiliyor. Benim mutlu bir
insan olmam lazım o ekolojik sitemin çalışması için. Mutlu olmak için de
sağlıklı seratonin seviyesi salgılamam lazım. Sağlıklı beslenmezsem seratonin
salgılayamam, öğrenme zorluğum olur, bundan da mutsuz olurum… Her şey birbirine
bağlı. Hayatımı iyi planlarım. Çok rahat ve keyifli görünürüm ama bir olay
oluyor benim müdahale etmem gereken, hemen müdahale ederim. Ve aslında çok
keyif alırım hayattan. Beni yanlış tanımanızı istemem, ağır biri olarak. Derin
şeyler aslında çok hafiftir. Ben de hayatı keyif alarak yaşamaya inanıyorum.
Her şeyimi keyifle yaparım. Kızmanın bile tadını çıkarırım. Hiç kimseyi
yargılamamaya çalışırım, anlamaya çalışırım.
...EYLÜL 2018...
...ŞARA...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
